30 Ağustos
Sanat ve Sanatçı Dostu Lider..
1922 yılında 26 Ağustos’ta başlayıp, 30 Ağustos’ta Dumlupınar’ da Mustafa Kemal’in başkomutanlığında zaferle sonuçlanan Başkomutanlık Meydan Muharebesi’ni ( Büyük Taarruz ) anmak için kutladığımız bugün; Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, çağdaş Türk toplumunun Ulu Önder’i ;sevgisi kalbimize, ilkeleri ruhumuza kazılı Mustafa Kemal Atatürk’ü saygı, sevgi, minnet ve özlemle anıyorum.
Bu güzel günde Ata’mızla aynı ortamda bulunma şansına
erişmiş, sanatçılarımızın onunla ilgili anılarına yer vermek istedim.
Kaynak : SES Dergisi / 9 Kasım 1963
SAFİYE AYLA :
1936 yılıydı..O zamanki İngiliz Kralı VII. Edward adıyla
tahta çıkmış, sonra da bir yatla Akdeniz’ e açılmıştır. Yanında eşi Madam
Simpson var. İstanbul’a gelirler. Atatürk’e misafir olurlar. Mevsimlerden
Yaz. Florya’daki Deniz Köşkü misafirlere verilir.
Atatürk ise köşkün
karşısındaki küçük evlerden birine geçer. Bir gün evde toplanılır.
Yanımızda yaverler ve Kılıç Ali Paşa vardır. Atatürk karşısındaki Deniz Köşküne
bakar, sonra Kılıç Ali’ye döner. “Bana burayı verseydiniz daha memnun olurdum.
İşte iki odalı bir ev bana yetiyor. Bir Devlet reisinin muhakkak büyük
binalarda saraylarda yaşaması gerekmez. Türkiye Halkı ev, ocak bulamazken bizim
saraylarda yaşamamız yakışık almaz. Kendimizden önce yurdumuzun insanlarını
düşünmeliyiz” der.
BEDİA MUVAHHİT :
Atatürk tiyatroyu çok severdi. Onun hamisi idi. Türk
kadınlarının bu sanata intisabı, ilerlemesi, bilhassa O’nun himayesiyle
olmuştur. Bunun en büyük şahidi benim hayatımdır. Sahne alemine girmemi ısrarla
O istemiş beni teşvik etmiş, bana cesaret ve kuvvet vermiştir. Bunu bugün eğer
memlekette bir varlık olabildim ise, bunu O’nun teşvikine borçluyum.
Atatürk tiyatroyu sevmekle kalmaz, onun ilerlemesini de
isterdi. Hatta bir akşam, Ankara’ da köşkte, kendi tasarladığı küçük bir piyesi
ve rollerini söyleyip bize yazdırdı. Ben Vasfi Rıza, Hüseyin Kemal, Hazım
Beylerle o gece huzurunda ezberleyip hemen oynadık. Bu olay benim hayatımın
Atatürk’le ilgili en güzel hatırasıdır.
CEZMİ AR :
İstanbul’ un kurtuluş sıralarıydı. Yani 6 Ekim 1922’ den
önce..
Bir gece yarısı, Kemal Film sahiplerinden Şakir Seden geldi,
beni uyandırdı. “Kalk” dedi. “gidiyoruz”. Gazi Paşa İzmit’e gelmiş. Resmi geçit
yapılacak. Biz de filmini çekeceğiz. Gece yarısı düştük yollara. O zamanki
kameralarımızı aldık. İstanbul işgal altında, İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar var. Tren yok. Zar zor İzmit’e varıyoruz.
Ertesi sabah güneşin doğmasıyla birlikte Atatürk’ün
bulunduğu, İzmit-Gebze arasındaki sahada büyük bir geçit töreni yapıldı. Bize
haber verdiler. Sizi bekliyorlar dediler. Hayatımda ilk defa Atatürk’ün filmini
çekeceğim. Heyecanlandım. Ellerimizi sıktı, kameranın karşısına geçti.
Heybetli, yakışıklı güzel insandı. Yakından bir portresini
çektim. 15-20 metre kadar. Sonra yarım boy çektim. Kamera karşısında gayet
rahat hareket ediyordu. Çok fotojenikti. Altın sarısı saçları, koyu lacivert
gözleri, samur gibi kaşlarıyla gerçekten büyük adamdı.
“Kafi mi?” diye sordu. “Kafi Paşam, teşekkür ederiz” dedik.
Ayrılırken “İleride bugünleri göremeyenlere iyi bir ibret hatırası olur bu
resmi geçit. Türk Ordusu, Türk Askerini biraz daha iyi tanırlar” dedi.
Yanımızdan ayrıldı, askerlerini teftişe gitti.
Geçit törenini çektik. Bu filmi İstanbul’ da şimdi yapılan
Tepebaşı’ndaki Asri sinemada gösterdiğimiz zaman İstanbul daha işgal altında
olduğu halde seyreden On Binlerce İstanbul’lu kurtarıcısını, sevinç gözyaşları
arasında seyretti. Bir milletin hayatında Atatürk kadar müessir olmuş bir başka
insanı düşünemem.
Şimdi düşünüyorum da, Atatürk kamera karşısında tecrübeli bir
artist kadar başarılıydı. Sanatkarlık O’nun ruhunda vardı. O kadar ileri
görüşlü ve hassas bir insandı ki, zeka ve inceliğine hayran kalmamak imkansızdı.
Bu aziz hatırayı asla unutamam.
0 Yorumlar