Atatürk
Cep Hikayelerim
Benden seçmeler. Cep hikayelerim. Efervesan tabletlerim. Yıkıcı darbelere karşı olağanüstü korumacı duvarlarım. İyi geliyor. İyi hissetmemi sağlıyor. Ne zaman ruhum daralsa bir cep hikayesi yazarım. Bir parça benden, biraz geçmişten, biraz sizden.. Hayatı izleyen değil hayatı yaşayan iç yolculuğumun en kıymetli misafirleri. Düne hasret, bugüne kıymet veren, bilinmeyen insanların bilinen hayat hikayeleri. İnsan hikayeleri..
TANRI ÇOK ADİLDİR
Çocuktum. O günleri unutmam mümkün değil. Fakru zaruret yılları, on çocuklu bir ailenin yedi numarasıyım. En büyük hayalim bir bisikletimin olmasıydı. Aylarca her gece dua ettiğimi bir ben bilirim bir de Tanrı. Hürriyet Gazetesinin her gün üç çocuğa bisiklet verdiğini öğrendiğimde tamam demiştim. Tanrı beni duydu, birkaç gün içinde bisikletim olacaktı. Çocuk kalbi bu. Saf ve temiz. Kulübe üye oldum. Artık, gazetenin çekilişlerini heyecanla takip ediyor, arada bir göğe bakıp göz kırpıyor, Tanrıya teşekkür ediyordum.
Bekledim. Günlerce bekledim, haftalarca bekledim. Olmuyor, bana bisiklet çıkmıyordu. Bir yanlışlık vardı. Tanrı bana bisiklet sahibi olmam için bir fırsat vermişti. Çok inanmıştım. Ben bu şaşkınlığı ve yıkılmışlığı yaşarken, mahalleye akşam üzeri bir taksi geldi. Aşur amca (Rahmet Olsun ) taksiden indi. Şoför ile taksinin bagajından bir bisiklet indirdiler. Arkadaşım Serhat babasını ve gıcır gıcır bisikleti görünce sevinçten çılgına dönmüştü. Koştu babasına sarıldı. Donup kalmıştım. Tüm arkadaşlarımın Serhat’a koşup sarıldıklarını, sevincini paylaştıklarını izliyordum. Koşarak kaçtım oradan. Hüngür hüngür ağlamıştım. Kıskançlık krizleri geçiriyor, bahçedeki ağaçları tekmeliyor, çiçekleri eziyordum. Canavar olmuştum adeta. O gece uyuyamadım.
Ertesi sabah Serhat balkonumuzun önüne geldi. Haydı bisiklete binelim dedi. İstemiyorum dedim. Serhat çok şaşırdı. Aynı bisiklet çekilişine o da katılmıştı. Çekilişi ben değil o kazanmıştı.
"Bu bisiklet bana çıkmalıydı dedim", suratım beş karış. Serhat durdu, buruldu, yere baktı, birkaç saniye sessizlikten sonra “dert etme benim bisikletim var, senin ise annen”. Üç ay önce annesi dünya iyisi Gülizar teyzem vefat etmişti. Önce anlamadım, Serhat’ın buğulu gözlerine bakınca dünyamın yıkıldığını farkettim. Koşarak yanına geldim sımsıkı sarıldım dostuma. Bisikletin arkasına bindim. Serhat vurdu pedala, düştük toprak yollara. Bisikletin arkasında göğe baktım. Çok şükür Tanrım, bir bisikletim yok ama annem var dedim. Tanrı Çok adildir. Meselesini ona havale eden, neticesini en doğru zamanda alır. Her bisiklet gördüğümde bu acı hatıram gelir gözümün önüne.
HOŞÇAKAL SALİH KAPTAN..
O sabah Saat 05:00'i vurduğunda yorgun ve yaşlı bedenini ilk defa ayağa kaldıramadı Salih Kaptan. Sobadaki kömür çoktan bitmiş, mütevazı kulübenin donduran soğuğu dahi yaşlı kaptanı diriltmeye yetmemişti.
Kalkmalıydı. Ya nasip diyecek, ayazın koynunda fukara sandalı ile birkaç kilo balık yakalayacaktı. Tuttuğu balıkları sahildeki restoranlara ölü fiyatına satacak, akşama karnını doyuracak bir parça atıştırmalık, biraz mezelik bir de yegane dostu kulüp rakısını alacak parayı kazanacaktı. Yıllarca bu ritüel devam etti. Dile kolay tam 29 sene koca bir günün özetiydi tüm bu yaşananlar. Evet 29 sene önce kızı ve oğlunu evlendirdi Salih Kaptan. O güne kadar büyük fedakarlıkla büyüttüğü evlatları dağ misali babayı unutuverdiler. Uzun bir süre aramadılar. Salih kaptan da küstü zalim hayata, yerleşti şirin balıkçı kasabasına.
O çarşamba sabahı sol yanından gelen ağrı ile yere yığıldı yiğit kaptan. Bir daha da kalkamadı.
...
Birkaç gün sonra Salih kaptanın çürümüş bedenini buldu kasabanın ahalisi. Haber saldılar hayırsız evlatlarına. 29 yıldır yalnızlıkla boğuşan kaptan ebedi yalnızlığına uğurlandı ikindi namazında. Kızı ve oğlu sözüm ona hatıra olsun diye kaptanın kulübesinden bir kaç eşyasını aldılar. Kırk yamalı ceketin cebinden çok eski bir mektup buldular. Kaptan evlendikten 10 sene sonra kanserden ölen karısına yazılmış mektupta şunları diyordu : - Kıymetlim. Bergüzarım. Güneşim, şafak vakti huzurum. Akşam güneşi güzelliğim. Sana verdiğim sözü tuttum. Çocukların mutluluğu için asla evlenmedim. Çok şükür everdim ikisini de. Gözün arkada kalmasın gülüm. çocukların keyfi yerinde. Arar sorarlar hergün saygıda kusur etmediler zinhar bir gün. Bazen torun tombalak gelir, güler eğlenir, ailece balığa çıkarız, sen rahat ol gülüm evlatlarınla ben çok mesut bahtiyarız. ...
Mektubunda Diyemedi yiğit kaptan yalnızlığını. 29 yıldır birkaç telefondan öte gidemeyen evlat hayırsızlığını..
Göçtü gitti kaptan, bir tek fukara sandalı kaldı ondan geriye kalan.
EY KAHRAMAN TÜRK KADINI !
Anadolu'da Mübadele yılları. Anaların bacıların eşlerin yiğitlerini cepheye gönderdiği, Kahraman Türk kadının efsane hikayelerinin can bulduğu, kocası ve fidan misali evladını Vatan Toprağının kazanılmasında feda eden Behiye'nin hikayesidir bu.
...
Dondurucu bir Ocak ayı yaşıyordu Salıncak köyü. Şafakla birlikte yatağından besmele ile uyandı Behiye. Kör baltasını yüklenip ormanın yolunu tuttu. Odunculukla geçinirdi Behiye'nin ailesi. Kocası ve oğlundan yoksun olunca iş başa düşmüştü. Her sabah kadın başına korkusuzca karanlık ormanda aylarca odun kesti. Yılmadı. Umudunu asla kaybetmedi.
Umut diri tutuyor hayata bağlıyordu kimsesiz Behiye'yi. Bir gün döneceklerdi sevdiceği ve kınalı kuzusu. Ta ki o güne kadar..
Cepheden gelen Kumandan Mustafa Kemal imzalı mektuba okudular Behiye'ye. Yiğidi ve kınalı kuzusu ayrı cephelerde can vermişti. Dualar okundu, rahmet dilendi komşusu Münevver'in evinde. Tek bir damla gözyaşı akmadı o gece şehit evinde. Yemin ettirdi kadın ahaliye Behiye. Vatan savunması bu, sonuna kadar mücadele edeceklerdi yiğitsiz kalan Salıncak köyünde. Kadınları genç kızları hatta çocukları örgütledi. Ağaç kesilecek, kazanılan para ile mühimmat alınacak, cepheye gönderilecekti. Öyle de oldu. Aylarca çalıştı Salıncak kadınları. Kazandıkları para kaymakama teslim edildi. Kaymakam gözyaşları içinde; "Siz Türk kadını varken bu milletin sırtı yere gelmez" dedi. Sarıldı öptü Behiye' nin ellerinden.
Behiye ve Salıncak Köyü kadınlarının vefakarlığı cephede duyulmuş, askere moral olmuştu. Tek ve Son Dünya Lideri Mustafa Kemal Atatürk' de bir sözü ile; "Dünyada hiç bir milletin kadını “Ben Anadolu Kadınından fazla çalıştım. Milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte Anadolu Kadını kadar emek verdim,” diyemez" sözü ile Behiye daha nice Türk kadınlarının kahramanlıklarını tescilledi.
Behiye, Kumandan Mustafa Kemal imzalı mektubu yıllarca sakladı. Ne zaman başı sıkışsa açar okur, adeta yeniden doğardı. Cumhuriyetin ilanından sonra okullara giderek genç muallim kızlara gözyaşları içinde büyük bir onur ve gururla Ulu Önderin mektubunda yazdığı şu cümleyi okudu: "Ey kahraman Türk kadını, sen yerde sürüklenmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın "
2 Yorumlar
Öncelikle bloguma yorum yazdığınız için teşekküre ederim. Bu sayede 3 güzel hikaye okuma şansını elde ettim. Kaleminize sağlık.
YanıtlaSilBen teşekkür ederim. Okurken keyif aldığım bloglar arasında sizin blogunuz. Ellerinize sağlık.
SilSelamlarımla,