Anadolu
Kadim İznik' in Kaderi, Hunharca Katledilen 10 Bin yıllık Tarih..
Yegane hayattan tek zevk aldığım işim
fotoğraf çekmek olmasından mütevellit efenim; tarihi, doğası, insanı, iklimi,
yemekleri görülmeye namzet mekanları gezmek, fotoğraflamak ve yazmak maksatlı
Velhasıl Galata |Profesyonel Sosyal Etkinlik Fotoğraf ekibimiz ve değerli
fotoğraf üstadımız Mira Hocanın da (www.miraargun.com ) teşrifleriyle, İznik
gezimiz için saat 05:30 sularında tam teçhizat düşüyoruz yollara.
Malum ziyaretimiz, dünyanın gelmiş geçmiş
en büyük imparatorluklarına başkentlik ya da yönetim merkezliği yapmış İznik
olunca ekibin heyecanını kelimelere dökmek ne mümkün! Sabahın körü, karganın
henüz kahvaltısını dahi yapmadığı saatlerde araçta program üzerinde derin
sohbetler yapıyoruz. Mira Hocamız anlatıyor biz dinliyoruz. Uyuklayan ekip
üyelerini dirsek darbeleriyle kendilerine getiriyoruz. Zira bugün; her dönemden
devraldığı mimari mirasıyla adeta bir laboratuvar niteliğindeki, Roma, Bizans,
Selçuklu ve Osmanlı uygarlıklarının arkeolojik ve etnografik kalıntılarıyla
bütünleşmiş İznik’ i ziyaret edeceğiz. Güneşin hafif hafif yüzlerimizi ısıtmaya
başladığı dakikalarda, Mira Hocanın yüzünün sert bir ifadeye büründüğünü
farkediyoruz. Polifonik ses tonuyla adeta yüzümüze kükrüyor. “Arkadaşlar, buram
buram tarih kokan, On Bin yıllık tarih ile anılan İznik’ i anlatıyorum,
aranızda uyuyanlar var. Kalbinizi kırarım”
Acilen toparlanıyoruz, çıt çıkmıyor
ekipte. Can sıkan sessizliği arka sıralarda oturan Selim bozuyor. “Mira Hocam, İznik
sadece Bursa civarının değil bütün Marmara bölgesinin en önemli turistik yöresi
olduğuna bahse girerim” diyor. Mira Hoca “sevgili arkadaşlar rica ediyorum,
ziyaretimiz turistik değil, Büyük İskender’ in askerlerinden, Roma askerlerine,
Arap askerlerinden, Bizans’ ın Haçlı ordularına, Selçuklu askerinden, Osmanlı
ordusuna ev sahipliği yapmış canım İznik’ i harcamana izin vermem sırık adam”
diyerek patlatıyor azarı Selime..
Yerel saat itibarıyle 07:30’da Askani’da (
İznik Gölünün eski adı ) mükellef bir kahvaltı için mola veriyoruz. Çok şükür hocamız
sakinleşiyor. Gölün muazzam büyüsüne kaptırıyor kendini. Nazım Hikmet’in
“Bu Göl, İznik Gölü’dür,
Durgundur,
Karanlıktır,
Derindir,
Bir kuyu su gibi, içindedir dağların”
dizeleri dökülüveriyor dudaklarından.
Şiir bitiminde kısa bir mest olma halinden sonra sabahın ilk saatlerinden dolayı ekip
biran evvel gölün ihtişamını fotoğraflamak için titizlikle fotoğraf
makinelerini hazırlıyor. Işık, enstantane, ISO ayarları artık hazır. Hocam ile
ben sohbete daldığımız dakikalarda ekip deklanşörlere basmaya başlıyor. Mira
Hoca; “bilmelisin ki Taner, İznik Hristiyan dünyasının önemli olaylarına sahne
olmuştur. Senato Sarayında 325 yılında I.Konsil, 787 yılında İznik Ayasofya
Kilisesi’nde 7.Konsil toplantıları yapılmıştır. 1331 yılında Osmanlı
Egemenliğine giren İznik, gerçek ününü 19-21.yy. arası en parlak çağını
yaşadığı çiniciliği ile yapmıştır. Kısa fakat çok anlamlı bilgiden sonra hocama
teşekkür ediyor, çekilen göl fotoğraflarını kahvaltı eşliğinde yorumlamaya
başlıyoruz.
Göl manzaralı, bol neşeli kahvaltı sonrası
rahmetli annemin güzel bir sözü olan; “karnınız tok, altınız pak, daha ne
istiyorsunuz?” uyarısı ile ekibe şehre doğru yol almamız gerektiğini
hatırlatıyorum.
Programımız oldukça yoğun. Vakti iyi
değerlendirmek, ziyaret edilesi her noktayı görüp fotoğraflamak tek arzumuz. Aracımızda
yerimizi aldık bile. Ekibin kendi aralarındaki şen şakrak sohbetlerinden birine
kulak kabartıyorum. “ Burası beşinci iklimin yaşadığı, suyu ve havası çok
güzelmiş. Gölün çevresinde 45 tane köy varmış ki, bunlar bağlı bahçeli, camili,
hamamlı, küçük birer çarşılı mamur köylermiş. Bu gölün suyunda civar ahali
çamaşır yıkar, hiç sabun sürmedikleri halde çamaşırlar bembeyaz olurmuş” diyor
Selma. “Desene temizlik uzmanı Ayşe Teyze’ ye İznik ‘ten çok malzeme çıkar”
diyen Mühendis Ömer’ in lafına çok gülüyoruz.
Mira Hoca, Selma’ yı tasdik edercesine, “çok
haklısın Selmacım, gölde 70 çeşit balık olduğunu okumuştum. Çevresindeki zeytin
ormanlarının altın sarısı müşküle üzüm bağları ve her mevsim bin bir çeşit
sebze ve meyvenin yetiştiği bitek topraklarının yaşam kaynağı ilk çağın Askania’
sını, Evliya Çelebi “Seyahatname” sinde; Eşrefoğlu Rumi, Seyh Kutbettin gibi
şair ve alimler başta olmak üzere birçok bilim adamının yetiştiği yerdir İznik,
bundan dolayı tarihte hep – alimler diyarı – (ulema kenti) olarak anılmıştır.
İşte bu yüzden kültür denilince akla ilk İznik” gelir diyerek sesinin tonunu
yine yükseltiyor.
Kadim Şehir İznik’e yaklaştığımız
dakikalarda sırık Selim sazı eline alıyor. “Kıymetli Mira Hocam, naçizane ve
acizane öğrenciniz olan ben ısrar ediyorum. İznik gerçekten nefis bir turizm
bölgesidir. Duyduğum odur ki, İznik’ lilerin, -Turizmin hizmetle büyüyen,
sevgiyle gelişen bir ağaç olduğunu, tatlı dil ve güler yüzün,
insanın kalbini açan anahtar olduğunu, temizlik ve düzenin uygarlığın özü,
turizmin temel taşı olduğunu gördüklerini”-şehri ziyaret eden herkese
anlatırlarmış” sözüne Mira Hoca gülerek, “peki peki Selim, velhasıl turiste
kapısını açanın, başkalarına el açmayacağını diyen İznik halkı diyorsa
doğrudur. Güzel tespit” diyerek birkaç saat önce haşladığı Selim’ in gönlünü
alır.
Ve Kadim Şehir İznik olağanüstü ihtişamı
ve görselliği ile “hoşgeldiniz” diyerek karşılar bizi. Aracımızdan hızlıca
inerek programın üzerinden geçmek adına kısa bir çay molası ile
değerlendirmeler yapıyoruz.
· - Anadolunun en güzel mimarisine
sahip Yeşil Cami,
· - Lefke, Yenişehir ve İstanbul
Kapıları,
· - Hrıstiyan dünyasının Mekke’
si Ayasofya,
· - 4.979 mt uzunluğundaki hala
ayakta duran İznik Surları
· - Düz zeminde inşa edilmiş Roma
Tiyatroları
· - Bir çok değerli eseri
bünyesinde barındıran İznik Müzesi
· -Çini Çarşıları
· -Yapımında tek çivi kullanılmayan,
tümü ağaçtan inşa edilmiş Elmalı Ağaç Camii
· - Bayraklı Dede denilen tepeden
İznik’ in kuşbakışı seyri
· -Tarihi dokusu bugüne kadar
bozulmamış çok ilginç mimarisi ile tarihi Elbeyli Köyü
Kadim Şehri keşfe başlıyoruz. Çok fazla detaya inmek
istemiyorum. Programda yer alan ziyaret noktalarının tamamı hakkında istenilen
bilgi Google amcada mevcut. Bizler Mira Hocamızdan yeteri kadar tarih dinledik.
Şöyle kısa kısa izlenimlerimden bahsetmek isterim.
Dört tarafı surlarla çevrili, içine girdiğinizde ana rahmine
dönme isteğinizi yok eden bir güvene kapılıyorsunuz. Göl tarafındaki surların
çoğu harap olmuşsa da diğer tarafta kalanlar iyi durumdalar. Herhangi bir
alanda kazı yapsanız altından tarihi eserlerin fışkırması sebebiyle
definecilerin uğrak yeri olduğunu, arkeologların ve jeologların sık sık kamp
kurduğu bir yer olduğunu esnaftan öğreniyoruz. İşgüzar belediyenin duvarlardan
birini ahşap yaptığını görünce kahroluyoruz.
Sokaklarında gezerken, evlerin arka bahçelerine doğru şöyle
bir kafamızı uzattığımızda birkaç evin duvarına yaslanmış, tarihi bir sütun
görünce Mira Hoca’ nın kıpkırmızı yüzünü asla unutmayacağım. İnsanoğlunun
birkaç yüzyılda nakış gibi işlediği, ince elenmiş sık dokunmuş bir yörenin
birkaç on yılda nasıl acımasızca talan edildiğini görmek hepimizi üzüyor. Kimi
kültürler yoktan mucizevi mekanlar yaratırken, bahşedilmiş tüm güzelliklere
eklenmiş tarihi eserleri ihmal etmeden hoyratça tüketen duyarsız bir toplumun
açık hava müzesine şahit oluyoruz.
Moralimiz
bozulmuş karnımız da epey acıkmıştı. Hafif bir öğlen yemeğinden sonra keyif
kahvesini göl kenarında içmek istemiş, bir parça keyiflenmek maksatlı Mira Hoca’ya;
“hocam günümüz tarihinde işlenen cinayete şahit olduk. Siz hiç değilse
eski tarihi anlatın da zavallı bu kadim şehrin iyi ve güzel taraflarını
dinleyelim.” Hoca çok keyifsizdi. Gördükleri karşısında şok olmuş, neler
diyeceğini bilemez haldeydi. Müslüman mahallesinde salyangoz yedirmem düsturu ile Ayasofya Kilisesinin Camiye devşirilmesi yüreğine kor gibi oturmuştu. Bu kadar Cami varken bu inat neden? Hristiyanların tarihte yazılmış dört önemli kitabından ikisi bu kadim şehirde yazılmıştı oysa" dediğinde gözleri çoktan dolmuştu.
Hocamız söze giriyor: “Arkadaşlar, İznik Gölü dünyanın 2. en güzel
manzarasına sahiptir. Osmanlı döneminde sultanlar göl içerisinde kendilerine
özel yapılmış havuzlarda manzarayı izleyerek yüzerlermiş. Şehri her türlü
tehlikeden korumak için yapılmış surların aslında bir bakıma İznik’lileri içeri
hapsetmek için yapılmış olduğuna dair kehanetler olduğu söylenir. Bu sebepledir ki
dışarı çıkan İznik halkı bir daha geri dönemezmiş. Lanetli bir şehir diyenlerin
sayısı hayli fazlaca”
Kısa bir mola sonrası şehir turlamaya devam ediyoruz. Tarihi
Çiniciler çarşısındayız. Tarihi cinayetlere tanık olduk hiç değilse sanatsal şaheserler
ile bir parça keyiflenmek istiyoruz.,
Çini üstadları anlatıyor, biz dinliyoruz.
"Çini"; Osmanlı döneminde, sanatın en yüksek mertebesine erişmiş bir ürün olup hamurunda yüksek oranda "kuvars" bulunur. Çininin özelliği olan sertlik, sağlamlık, renklerin canlılığı, parlaklığı ve derinliği; kuvarsın yoğunluğu ile sağlanmıştır. Asırlardır dayanan çinilerin renklerinin ve sır'ın bozulmamasının nedeni kuvars'dır. İznik'te 16. Yüzyılda yaratılan bu teknik son derece zor bir üretim şeklidir.
Yüzyıl İznik çini sanatının dünya seramik literatüründe halen zirvede olmasından da anlaşılacağı gibi, İznik çiniciliğinin günümüz teknolojisine, kaliteyi ve estetiği bozmadan adapte edilebilmesi, İznik Vakfı'nın 1995'ten sonra yoğunlaşan ısrarlı, kararlı gayretleri sonucu mümkün olmuştur. Bu konuda önemli bir ayrıcalığa sahip olan Vakıf; İznik Çini Araştırma ve Geliştirme Laboratuvarı ve İznik Çini ve Seramik San.Tic. Ltd. Şti ‘ni kurmuş; İstanbul Teknik Üniversitesi, Mimar Sinan Üniversitesi ve TÜBİTAK'ın yanı sıra Princeton Üniversitesi, MIT gibi kuruluşlardaki yerli ve yabancı uzmanlarla da çalışarak orijinal İznik Çinisi'ni üretmeyi başarmıştır.
Çini üstadları bu denli el emeği göz nuru ürünleri ile gurur duyarken şehrin son halinden onlar da fazlasıyla şikayetçi olduklarına şahit olduk.
"İznik bir bakıma yok edilmek istenen çok eski ve tarihi eserlerle dolu bir
şehir. Özellikle şehrin göbeğindeki Ayasofya çok eski ve önemli bir yapı. uzun süre müze olarak
kullanıldı, sonra 2007 senesinde çan kuleleri minareye dönüştürüldü, beton
sıvalarla sözde restorasyon yapıldı ve neticede yaklaşık 4 sene önce cami
haline getirildi. şehre turist gelmemesi için elden gelen yapılmakta, tarihi
eserlerin yarısından fazlası ulaşılamaz durumda, sac panellerle, parmaklıklarla
çevrili bölgelerin hiçbirinde çalışma filan yok, kimse görmesin, gelmesin unutulsun
isteniyor. Gazetelerde her sene 1700 yıllık tarihi esere cam kapı takmak, ya da İznik' te tarihi mozaiğin üzerine asfalt dökülmesi "şeklinde
birkaç haber okumak mümkün. Şehrin biraz dışında kalan antik tiyatro senelerdir
dikenli tellerle kapalı, nadir görünen birkaç turist ya da meraklı tellerin
ardından fotoğraf çekmeye çalışıyor. Bunca zenginliği olan bir şehrin sokakları
2 senedir köstebek yuvası gibi, sokaklar yağmur yağdı mı çamura, yazınsa toza
bulanıyor, araç-yaya trafiği tam anlamıyla keşmekeş. şehir gelişmesin,
dışarıdan ziyaretçi ya da turist gelmesin diye elden gelen yapılıyor. yönetimi
elinde tutanları anlamak mümkün ancak bunca senedir onlara ve şehirlerine zarar
veren, yaşam kalitelerini düşüren bu rantçılara oy verenleri anlamak mümkün
değil.
Şu Tarihi zenginliğin Avrupa' da olduğunu hayal ediyorum. Tarih, inanç, kültür, doğa, ve göl turizmi ile çoktan ihya olmuşlardı demekten kendimi alamıyorum
Velhasıl 10 Bin yıllık tarihe kucak açmış Kadim Şehir İznik' in acı veren son görüntüsünden kaçmak için köylere doğru yola çıkıyoruz.
İlk durağımız Obiliks ( Dikilitaş ) tarihi eserini fotoğraflamak oluyor. Kadim Şehir her türlü yozluğa rağmen geçmiş sırlarını cömertçe bizlere sunmaya devam ediyor. Birinci yy. kalma Rıma' lı C.Casius Philiscus' un 83 yıllık ömrüne adanmış, yemyeşil ve ıssısz doğanın ortasında yalnızlığa hapsedilmiş bir şekilde karşılıyor bizleri. Kaderi bu olsa gerek.
Heyecanla fotoğraflıyoruz Kadim İznik' te belki de tertemiz ve sapasağlam kalan bu eseri.
Keşif rotasında son durak Elbeyli köyü. Otantik mimarisi ile Türk konağının gölgesinde bir parça yorgunluk atmak maksatlı tavşan kanı çay molası veriyoruz. Şirin ve sakin bir köy kahvesi durak noktamız. Metropollerde duymaya hasret kaldığımız, naif ve erdemli Anadolu insanının bizi karşılama seremonisine mest oluyoruz.
"Allah'ın selamı üzerinize olsun. Hoşgeldiniz gençler!"
Elbeyli köyüne doğru tırmanışa geçiyoruz. Köyün mimarisi adeta görsel bir show yapıyor bizlere. Fotoğraf patlıyor ardı ardına. Muazzam tarih kokan bir yapı önünde sohbete dalıyoruz.
Didem söz alıyor " Şimdilerde yüzüne bakan yok sanırım. Yanıbaşında dipçik gibi ayakta duran, içlerinde çocuk seslerinin hayat verdiği, keyifli kahvaltıların yapıldığı, rakiplerinin yanında hayli mahçup ve üzgün.
Birkaç fotoğraf severin ilgisine kalmış şu fani dünyada sanki. Ben de varım, yıkılmadım ayaktayım diyesi var hele dokunuversen bitkin, solgun duvarlarına. Korkar şimdi köyün çocukları karanlık odalarından. Oysa vaktinde gaz lambasında şen muhabbetler yapılırmış, bembeyaz kireçli, güpürden perdeli o sımsıcak odalarında. Bayramlarda torun, çoluk çombalak doluşuverir, kınalarda, yüksek yüksek tepeler ev kurmasınlar, annesinin bir tanesini hor görmesinler türküsüyle gelinlerin gözyaşları sel olup gitti belki de şu koca metruk yapıda."
Didem' in sözleri ile hüzünleniyoruz. Köyü gezmeye fotoğraflama devam ediyoruz.
Muhteşem mimari ile adeta mest oluyoruz. Köylü bu arkadaşlar şaşırmayın diyerek söz alıyor Mira hoca:
"Sabahın ilk ışıkları ile köyde başlar bir tatlı telaş. Tatlı mıdır alışkanlık mıdır bilinmez. Köydür orası zira, köylüdür onlar. Zoru sever nasırlı eller, şafak vakti kalkmaya alışıktır yorgun bedenler. Sabahın erken vakti berekettir. Tüm köylü bilir. Kimi tarlaya, kimi hasatı satmaya düşer yollara. Akşam üç kuruş kazanmışlarsa emeğin karşılığı gelmiştir yaratandan onlara. Çalışkandır, Anadolu köylüsü. Efendisidir milletin demiştir yüce Atası. Kolay mı bir milletin Efendisi olmak. Ata demişse şarttır çok çalışmak.Eker, diker bana mısın demez 40 derece sıcak. Boş vakti sevmezler, şeytan işi derler. Bilirler ki Kar, yaza kalmaz; yeşil, güze kalmaz. Al bu sözü üniversitede tez yap. Çoğu ilkokulu zor bitirmiş köylünün zamanı değerlendirme düsturunu yeni yetmelere muhakkak anlat. Anlat ki Teknoloji çağına mahkum çocuklar bilmeli. Köylü Milletin Efendisidir. Sofrada yediğimiz tüm besinler toprağın efendilerinin eseridir. Sen ister anlat ister anlatma, yaşam tüm saflığı, dürüstlüğü ve çalışkanlığı ile sürüp gidecek canım Anadolu topraklarında"
Vaktin epey ilerlediğini farkediyoruz. Artık dönme vakti. Yol boyunca hayalini kurduğumuz 10 Bin yıllık Kadim şehirde gördüklerimiz maalesef içimizi acıtmış durumda. Bir tarih yok oluyor adeta. Yetkililer ise olan biteni izlemekle mükellef. Kahroluyor insan. Binlerce yıllık tarih kendini bilmez üç beş yöneticinin tekelinde zarar görüyor. Utanıyoruz bugün gördüklerimizden. Utanıyoruz hoyrat insanlığımızdan.
Velhasıl Kadim İznik' i kaderiyle başbaşa bırakıp yola düşüyoruz.
VELHASIL GALATA GEZİ EKİBİ
0 Yorumlar