Bugün Pazar.. Pazar sabahları benim rehabilite olma saatlerim. Yoğun iş temposu ve psikolojik rahatsızlık derecesine varan malum İstanbul trafiğinden sonra en sevdiğim gündür Pazar. Bugün güzel kızlarım ve Sunacığımla keyifli bir kahvaltı seramonimiz var.. Hele ki dört haftalık uzun fuar dönemi ayrılığından sonra ailemle uzun uzun hasret gidereceğim. 


Duyarlı bir baba olmamdan dolayı kahvaltı masasına gelip yenmeyen yiyecekler konusunda her zamanki gibi sıkıcı baba formatına giriyorum. Bunları bulamayan da var, bu yiyecekler vitamin deposu, vs laflarımla yaşça büyük çocuklarım, sanırım en son duymak isteyecekleri baskıcı baba nasihatlerine maruz kalıyorlar. Ne diyeyim, bu halimi hiç sevmiyorlar! Keyifle kahvaltımızı yapıyoruz. Sunacığımın köpüklü kahvesini höpürdetirken çocukların yemek seçme alışkanlıkları yeni yazımın konusunu çağrıştırıyor. 


"Bunları Bulamayan da var " sözümle belki de bahsetmek istediğim Suriyeli Çocukları..


Eminim, yukarıda bahsettiğim anlar bugün memleketin bir çok evinde yaşandı. Herkes ailesi ile şen kahvaltılar yaptı. Aile olmanın verdiği huzura birçoğumuz ortak oldu. Bir tek "Onlar" hariç...



suriyeli çocuklar 2
Suriyeli Çocuklar
"Onlar" savaştan kaçıp gelerek ülkemize sığınan Suriyeli çocuklar. Çoğu ailesini savaşta kaybetmiş kadersiz yavrular. Suriyeli kelimesinden iğreti olduğumuz şu günlerde ister sevin ister nefret edin ama bu çocuklar çok mağdurlar. İç savaşın neden olduğu bu yıkım ve son yirmi yılın en büyük insanlık dramı her gün gözlerimizin önünde cereyan ederken, "başka bir ülkede çocuk olmak" filminin sessiz kahramanları onlar.. Büyüklerin oynadığı zalimce oyunlardan zararlı çıkan, hayatı tanımadan ölüme giden yani hep "Ebe" olan küçük bedenler onlar. Sadece huzur isteyen, sevgi bekleyen, verdiğiniz aşa razı olan, güneşin doğmadığı karanlık, simsiyah bir ülkeden gelen Suriyeli çocuklar. 

2011 yılından bugüne Suriye' de yaşanan savaştan en çok etkilenen çocuklar onlar. Onlar suçsuz, onlar günahsız. Ama en çok da ölenler, öldürülen onlar. Tek suçları Suriye' de doğmaları. Savaş denen cehennemi hayatı yaşamak zorunda kalıyorlar.



suriyeli çocuklar 4

Bir fotoğraf gezisinde tanıdım onları. Balat sokaklarında derme çatma bir evde kalıyorlar. Ailelerini savaşta kaybetmişler. Fotoğrafın soluna baktığınızda "Vita" kutusunun hepimizin zihninde açığa çıkardığı o neşeli günleri, sevgiyi ve özgürlüğü alabildiğine yaşadığımız çocukluk anılarımızın yanında bu yavruların yaşadıklarını düşününce insanın çıldırası geliyor. Devletin her imkanının seferber ettiği bu yavrular mutsuzlar. Çünkü sevgiye aç bu yavrular. Anne ve babalarını ve hatta vatanlarını kaybetmiş olmanın travmasını açıkça yaşıyorlar. 


Yaşadıkları travmanın geleceklerini çoktan çalmış olduğunun farkındalar. Hayatın hiç bir anından keyif almıyorlar. Gözlerinde hep bir hüzün hakim. Belirsizlik ise göbek adları olmuş. Şimdilik ihtiyaçları gideriliyor. Sıcak bir yuvaları var. Zaman zaman evlerinden çıkıp Balat sokaklarındaki kafeleri ziyaret ediyorlar. İnsan içine çıkmak istiyorlar. Sevginin her kırıntısına muhtaçlar. Çay ikram ediyoruz onlara. Gülümsüyoruz. Savaş uçakları ve füzelerin korkusundan sonra gülen insanları nasıl da özlemişler. İçimiz burkuluyor. Yüreğimiz dağlanıyor. 

Hayalleri vardı bu yavruların. Evet gelecekleri ile birlikte hayallerini de çaldılar bu çocukların. Yarınların yarınsız kalan çocukları olarak, sevgiden, şefkatten, ilgiden, belki de sıcacık bir yataktan ve çorbadan yoksun yaşamaya mahkum edildiler. Geldikleri ülkeden psikolojik açıdan yüklü bir bavulla geldiler. O bavulda en büyük eksikliğin güvensizlik ve sevgisizlik oldu. Sırf bir gün daha fazla yaşamak için inanılmaz şartlarda minik bedenleri ile mücadele ediyorlar.


"Onlar" ın yaşadıkları bizim bilemediğimiz başka dramları dinliyoruz. Dilek anlatıyor:



suriyeli çocuklar 6


Mohammed henüz 6 yaşında. Yaklaşık 1 ay önce Halep' in bir köyünden Türkiye' ye gelmişler. Annesi ve Dört kardeşi ile birlikte Antakya' da kiralık bir odada yaşıyor. Babası şarapnel parçası ile yaralanmış ve kısmen hafızasını kaybetmiş. O yüzden Suriye' de kalmış. Mohammed, ne Suriye' de ne de Türkiye' de okula hiç gitmemiş. annesinin söylediğine göre, çocuklar arasında savaştan en çok etkilenen o. Her iki elini sıkı sıkı ovuşturması dikkat çekiyor. Genelde sessiz sedasız kalmayı tercih ediyor. En büyük korkusu ise uçaklar. " Mutluyum, çünkü burada uçak yok. Geceleri rahat yatıyorum artık. Suriye' de en çok babamı özlüyorum. Bir de köyümü. İlerde doktor olmak isterim"



Fethiye 7 yaşında. Halep' ten gelmiş. İlkokul ikinci sınıfa gidiyor. 3 kardeşi daha var. En sevdiği ders matematik. Büyüyünce öğretmen olmak istiyor. "Suriye’deki evimiz çok güzeldi. Eşyalarımızı ve yatağımı özledim. Oyuncaklarım çoktu, onları da çok özlüyorum. En çok füze ve varil bombalarından korkuyordum. Burda rahatım, bir şeyden korkmuyorum. Herşeyin yolunda gitmesini ve evlerin yıkılmamasını isterim. Savaşta çocukların etkilenmemesini isterim.
“Çocuk doktoru olmak istiyorum, çünkü çocukları çok seviyorum.”
 
Bu sözler İdlip doğumlu Ghader Abdullah’a ait. 13 yaşında ve yedinci sınıf öğrencisi. En çok Matematik dersine ilgi duyuyor. Dört kız kardeş ve bir erkek kardeşiz. Çocuklar içinde en büyüğü. Tüm ailesi ile birlikte Hatay Altınözü Kampı’nda kalıyor.
 
Bundan sonrasını Ghader’in kendisinden dinleyelim:
“Bizim köyümüze bombalar yağdırıldı. Maalesef çatışmalarda dayımızı kaybettik. Türkiye’ye geçmek için akşam yola çıktık.  Normalde 1 saatlik bir yolu, 4 saatte geçebildik. Daha sonra amcam bizi sınırdan alıp, Altınözü’ne getirdi. Önce ziyaretçi olarak geldik kampa. Sonra bir süre dışarıda ev tuttuk. Sonrasında bir süre amcamlarla aynı çadırda kaldık. Sonra idare bize bir çadır verdi.
 
Suriye’de beni en çok korkutan akşamki füze sesleriydi. Güdümlü füzeler bizi çok korkuttu. Evimizin bir kısmı yıkıldı. Evimi, okulumu, öğretmenlerimi, arkadaşlarımı, hele akrabalarımı çok özledim. Ama burada mutluyum.
 
Kendi halkıma zulüm etmem, yardım ederim. Özellikle küçük çocuklara çok yardım ederim. Çünkü onlar bizim geleceğimiz. Bir şey yapmadan önce düşünürüm. Halkım doğru yolda ilerlesin diye öğütler verirdim.
 
Çocuk Dostu Alan’da bize verilen liderlik, gönüllülük, planlama eğitimlerini çok sevdim. Bize çok doğru şeyler anlatılıyor, bizim bunları uygulamamız lazım. Bize bir örnek verip, sonra o konuda çalışmamızı sağlıyorlar. Bu bizim yaratıcılığımızın gelişmesini sağlıyor. Bununla beraber resim yapmayı çok seviyorum. Özellikle doğa resimleri yapmayı tercih ediyorum.”

Dilek bu çocukların yaşadıklarını anlattıkça nefesimiz daralıyor. Sımsıkı sarılıyoruz dört sevimli yavruya. Bir an olsa dahi insan olduklarını hissetmeleri için.. İkram ettiğimiz çay için teşekkür etmeye çalışıyorlar dilleri döndükçe. Para vermek istiyoruz kabul dahi etmiyorlar. 

Ayrılıyorlar yanlarımızdan kentin gri sokaklarından belirsizliklere doğru. Suriye' li çocuklar gözleri mavi, yeşil, kara. Üzgün, ürkek ve çaresiz. Boş boş bakıyorlar sokaklara. Sırtlarında hayli yüklü kocaman bir umut. Yaşam umudu. Belki de bir gün ailelerine, vatanlarına dönebilme umudu.

Kahvaltıda kızlarıma anlatmak istediğim geliveriyor aklıma. "Bunları bulamayan da var" Evet değil kahvaltılıkları insan olmaya, insan gibi yaşamaya, çocuk olmaya, çocukluğunu yaşamaya dahi muhtaç çocuklar.

İnanıyorum ki Suriye duvarlarında yazan o şiir yarım kalmayacak. "Elbet bu savaş bitecek ve ben şiirime geri döneceğim" Tıpkı Mohammed' in hayali gibi:

"Mutluyum, çünkü burada uçak yok. Geceleri rahat yatıyorum artık. Suriye' de en çok babamı özlüyorum. Bir de köyümü. İlerde doktor olmak isterim"



tanerkoc.blogspot.com 34


0 Yorumlar