...usulca kafasını uzatıp merhaba dedi.
günlük rutin işlerine dalmış gurupta herkes şaşkın gözlerle birbirlerine baktı. Tanıyan, bilen yoktu. Kimdi bu yabancı? Nasıl oldu da bugüne kadar kimsenin cüret dahi edemeyeceği dünyalarına çat kapı girip gelmişti. Çok da küçüktü. Sevimliydi bir bakıma. Aralarında olması bir parça keyif getirirdi aslında. Ses etmediler. Çatlak bir sesle guruptan biri söz aldı. "Ne yani, yemeğimize ve suyumuza şimdi bu da mı ortak olacak?" Otur dedi, gurubun lideri. "Burada herkese yetecek kadar yemek ve su var."

En az onlar kadar şaşkındı küçük misafir. Ne yapacağını bilemez mahcup bir halde kenarda gözlerden uzak olmayı yeğledi. Tedirgin ve yorgundu. Uzun yoldan geldiği için daha fazla dayanamadı, uykuya daldı.


Çığlığa benzer garip bir sesle uyandı. Ses uzaktan geliyordu. Anlam veremedi. O sıra gözleriyle çevreyi yokladı. Tüm gurup üyeleri yoğun bir çalışma içindeydi. Gurup lideri aç olacağını düşündü. "Günaydın küçüğüm, gel bakalım sana göre yiyecek birşeyler var mı?" dedi". Karnını doyurdu. Kendine geldi. Az önce duyduğu sesi sordu lidere. "Zaman zaman biz de duyarız. Bazen kahkahalar bazen de ağlamaklı seslerdir bunlar. Başka bir dünyadan geliyor sanırım. Korkmana gerek yok. Biz alıştık, kısa bir süre sonra sen de alışacaksın".


Çevreyi tanımak istedi. Hayran hayran etrafını gözlemledi. Herkes muazzam hüner ve dikkatle işlerini yapıyordu. Sıkı sıkıya bağlıydılar birbirlerine. Guruptan birisi dursa sanki sistem çökecek, makine çalışmayacak gibi bir durum sözkonusuydu. En çok da liderin çalışmasını hayretle izledi. Tüm gurup ondan gelen emirle hareket ediyordu. 


Saatler ilerledikçe yeni yiyecekler geldi. O gün ilk kez gurupla birlikte yemek yedi. Sabahki öğüne benzemiyordu yukarıdan gelen yiyecekler. Gurubun şişman üyesi, yemek gelince günün diğer saatlerinden farklı olarak çok çalışıyor, gurup üyelerine yiyecek servis ediyordu. Gurubun aşçısıydı bu şişko sevimli şey..


Şişman aşçı akşam daha farklı bir menü ile servis yaptı. Lezzetli yiyeceklerdi bunlar. Saat ilerledikçe gurup üyelerinin çalışması yavaşladı. Şaşırmıştı. Dışarıdan gelen sesler de azalmıştı. Herkes sakinlemiş, durumu fırsat bilen üyeler kendi aralarında derin sohbetlere başlamışlardı. Gün boyu çok çalışan ahali yorulmuş uykuya dalmıştı. Bir süre sonra o da uykuya daldı.


Günler geçiyor, büyüdüğünün farkına varıyordu. Şekli değişiyor, gurubun yakın ilgisini gördükçe sevimli bir hal aldığını tahmin ediyordu. Herkes küçük misafiri benimsemiş, yiyeceklerdeki lezzetin onun gelmesinden dolayı bir lütuf olarak olarak görmeye başlamışlardı. Çabuk uyum sağladı. Artık misafir değil, gurubun en sevimli üyesi olmuştu. Herkes mutluydu. 


Günler, haftalar derken zaman hızla akıyordu. Kimi gurup üyesinden daha büyük bir hal almıştı. Şaşkındı. Geldiğinden bu yana tüm dostlarının şekli aynıydı, fakat kendisinde garip değişikliler olmuştu. Artık uzuvları var. Hareket ettirebiliyor, uzuvlarını sağa sola salladıkça dostları bu komik ve sevimli haline kahkaha ile cevap veriyorlardı. Çok sevmişlerdi onu.


Aylar sonra yerine sığamaz olmuş, birşeyler onu aşağıya doğru iter bir hal almıştı. O gün herkes fazlasıyla huzursuzdu. Ters giden birşeyler vardı. Liderin çalışma şekli de değişmişti. Daha fazla gümbürdüyor, guruptaki telaşı engellemeye gayret ediyordu. Nedendir bilinmez onun kaydırak misali aşağı kayması engellenemiyordu. Lider anladı, bu gidiş çok doğaldı. Galiba sevimli misafirlerinin veda vakti gelmişti. Gidiyordu. Ayrılık zamanı gelmiş çatmıştı. Hüzün vardı şimdi. Nasıl da alışmışlardı sevimli yaramaza. 

Mutsuzdu, huzursuzdu. Aylar sonra dostlarından ayrılmayı kabullenemiyordu. Aşağıya doğru kaydıkça ağlıyor dostlarına son kez görmenin acısını yaşıyordu. Minik elleri ile son kez selamladı dostlarını. Hoşçakalın diyebildi.


Gözleri kör edecek cinsten ışık hüzmesine doğru süzülüyor kulakları sağır edecek çığlıklar duyuyordu. Anlam veremediği bu yolculuğu birkaç dakika sonra kendine benzeyen insanların sevinç çığlıkları arasında son buldu. Liderin dediği dış dünya burası olmalıydı. Dostlarından ayrıldığı için çığlık çığlığa ağlıyor, etrafındakiler ona inat gülümsüyorlardı. Şefkatle sarılan bir çift kol arasında buldu kendini. Huzur kapladı dört biryanını. İleride ona "Anne" diyecek varlığın sıcacık kollarında uykuya daldı.



........................

Evet, minik bebeğin maceralı uzun yolculuğu annesinin kucağına verilmesi ile son buldu.
İç yolculuğu takip eden doktorlardı. Pekala dış yolculuk yani bebeğin doğum anını takip edenler arasında sessiz sedasız bir köşede görevini yapmayı bekleyen, dikkat kesilmiş birileri daha vardı.Tabi ki Doğum fotoğrafçıları..

Bu muhteşem yolculuktan sonra bebeğin doğumundan, hemşire tarafından anne kucağına teslim edilmesine kadar süren mucizevi serüvenin fotoğraflanması son zamanlarda dikkatimi çeken bir konu olmuştu. Biz fotoğrafçılar yapılması zor olanı yapanları her vakit takdir etmişizdir. 
Dağ, taş, ova, şelale çekmeye benzemiyor bu iş azizim. Zira fotoğrafını çekeceğimiz nesneler sınırsız bir süre bize poz vermeye hazırlardır. Bas deklanşöre çıksın. Beğenmedin sil, yeniden çekersin. Beğendiğin pozu yakalayana kadar çekersin. Oh ne ala :)

Doğum anlarını fotoğraflayan Doğum Fotoğrafçısı Figen AYDOĞMUŞ ile yaptığımız uzun sohbet arasında, neden böylesine zor bir mesleği seçtiğini merak edip sordum. "Bizler, diğerlerinin gözden kaçırabileceği küçük ayrıntıların tamamını yakalarız. Kasılmalardan sonra anneni yüzündeki rahatlama, koridorda sabırla bekleyen aile bireyleri, babanın geçmek bilmeyen dakikalardaki yüzüne yansıyan ruh halleri, doğumdan sonra haberini vermek isterken telefondaki komik yüz ifadesi, ve en önemlisi annenin bebeğine kavuştuğu an.. Maalesef zaman hızlıca akıp gider. Anı yakalayıp ölümsüzleştirmek, çocuğunuza yaşamı boyunca sınırsız hediyelerinin ilki belki de en anlamlısı olan -onun hayata ilk bakışı-nı kalıcı kılmak bizlere düşer. Hızlı ama sakin, ortamın büyüsünü bozmadan, doktor ve hemşirelerin motivasyonuna gölge düşürmeden tam bir profesyonellikte çalışmamız gerekir. Benim işim bir bakıma; genelde baba adaylarının tereddütle baktığı, hiçbir şekilde annenin mahrem görüntüsünü olmaksızın tamamen o günün hikayesini anlatan fotoğraflar çekerek, anne ve babanın uzun yıllar sonra sevdikleriyle gülerek keyifle seyredeceği bir belgesel hazırlamak, diyor sevgili Figen..

Sanat olsa gerek, sanatçının el emeği, göz nuru bu çalışmalar demek daha doğru olur. Stres dolu anlarda sakinliği korumak, duygusal kareleri görüp ölümsüzleştirmek. Hakikaten zor olsa gerek. 

Doğum fotoğrafçısı Figen' e olan hayranlığımı, kutsal mesleğini takdir ettiğimi dile getirip kendisinden bir kaç kare rica ediyorum. Kırmıyor, gönderiyor. Başarılar diliyorum sanatçı dostuma. Olur da Ankara' da yolu kesişen, bebek bekleyen anne-baba adaylarına küçük bir bir not iliştiriyorum aşağıya..

Figen AYDOĞMUŞ : 0533 300 49 31 - Ankara
















1 Yorumlar