“Seni çok seviyorum baba“ dedi, düğünden önce sıkı sıkı sarıldı babasına. “Çok emek verdin Ahmet’e ve bana. Hakkını  helal et baba”. Annesi gözyaşlarını tutamadı. “Annem” dedi,” canım annem, bana dünyayı kucakla deseler, ben gidip sana sarılırım güzel annem. Kokunu, gülüşünü, affedişini unutamam annem” dedi. Annesinin omuzlarında hıçkırıklara boğuldu.

“Fotoğrafları kırıştırma Zarife, bak bozuluyorum. Onlardan kalan son hatıra” dedi Nebahat Teyze. Fotoğraflarda kalan geçmişi andılar birlikte.

“Geçen bayram da gelmediler Nebahat teyze! Unutulduk buralarda iyiden iyiye” dedi Zarife.

“Canları sağolsun. Gelirler elbet ”

Yat uyarısı geldi. Televizyon seyreden, tavla oynayan ihtiyarlar homurdandı. Herkes odasına doğru ağır ağır yol aldı. Fotoğraf albümünü özenle yastığın altına koydu. İlaçlarını aldı. Gözlerini kapadı. Gelecek bayramda gelmeleri için dua etti Nebahat Teyze.

Bir gün daha sona erdi Mutlu Hayatlar Huzurevi’nde..

Vakti zamanında evlatlara verilen onca emeğin karşılığında nice anne ve babalar sessiz sedasız uğurlandı huzur evlerine…



......


Mutlu Hayatlar Huzurevi’nden bir annenin dramını anlatan mektup…

“Buz gibi odalarla dolu kocaman binalar diktiler ülkeme. İçine ömürlerinin son demlerinde olan anneleri, babaları doldurdular. Adına huzur evi dediler. Oysa huzur hiç uğramadı oraya. Eskiden yaşlılarımızı kapatmazdık başka yerlere. Onların yüzü suyu hürmetine belalar def oluyor der, onları nimet bilirdik. Boyunlarını bükük bırakmazdık.
Dışarıdan huzurlu gibi görünen, bu sessiz sakin binalarda, ne fırtınalar kopuyor kimbilir. Kaç anne anlatmak, haykırmak istedi duygularını, kaç anne yazmak istedi bilinmez. O annelerin adına yazdım bu satırları. Bu mektup huzursuz odalardaki yüreği yorgun annelerin sessiz çığlıklarıdır….
Takvime baktım da 5 sene olmuş buraya geleli. Nasıl geçti o 5 sene bir de bana sor. Çok bakmıyorum takvimlere. İçim sıkılıyor, zaman geçmiyor. Eskiden su gibi akıp geçiyor zaman derdim. Şimdi öyle düşünmüyorum. Demek insan mutluyken çabuk geçermiş zaman. Hapishanedekileri şimdi daha iyi anlıyorum. Beni buraya bıraktığın gün anneler günüydü hatırlıyor musun? O günden beri anneler günü denen gün benim için daha da bir anlamsızlaştı. Her sene bugün anne olmak ayrı bir acı veriyor bana…
Sen küçük bir çocuktun daha. Hiç bir yere bırakmazdım ben seni, öyle savunmasız, öyle masumdun ki, kimselere güvenip yollamazdım. Yanımdan hiç ayırmazdım. Şimdi beni nasıl olupta tanımadığın insanlara teslim ettiğini düşünüyorum. Gözden çıkarılmış eski bir eşya gibi hissediyorum kendimi. Yıpranmış, işe yaramaz. Kırgınlık mı? Belki, kırgınım biraz…
Geçen gün eski komşumuz Mevlüde teyzenin kızı Şükran geldi. Yolda görmüş seni. “Neden bıraktın anneni” diye sormuş sana. “Kendisi istedi” demişsin. “Maaşı da var bakıyorlar, yeri sıcak, her işi görülüyor içim rahat” demişsin. Kendim istemiştim evet, bazen naz yapma kabilinden ” Yaşlanınca huzurevine gönderin beni, kimseye yük olmak istemem” derdim. Ama içten içe hiç konduramazdım bu durumu, ne kendime, ne sana. “Bırakmaz beni bir yere” derdim. Tıpkı küçükken benim seni bırakmadığım gibi, beni hiç bırakmazsın sanırdım.
Yaramaz bir çocuktun sen. Yerinde duramayan serseri bir mayın gibiydin.Kaç kez ısırdım dudaklarımı sana bağırmamak için, kaç kez sıktım yumruğumu vurmayayım diye. Ama hiç vurmadım sana, hiç kırmadım kalbini… Komşulardan biri sana “çok yaramaz” dedi diye aylarca onun yüzüne bakmamıştım. Kimse laf söylemesin, incitmesin isterdim. Tahammül edemezdim sana dikilen sert bir bakışa bile…
Geçen gün bana “bunak kadın” dedi bakıcının biri. Hasta bezini lavaboda unutmuşum. Arada oluyor tutamıyorum diye vermişlerdi. Diğerleride duydu ya, nasıl utandım bir bilsen… Daha ne laflar söylüyorlar da dilim varmıyor söylemeye. Kırar mıyım, incitir miyim diye kim düşünüyor ki? Çok hassastım eskiden bilirsin, çabuk alınırdım. Hem benden titizi mi vardı? Kimselerin işini beğenmezdim. Şimdi yemek yerken bile yoruluyorum,üstüme döküyorum. 
Yaşlansam da geleceğe dair umutlar besliyordum buraya gelmeden evvel. Evladımı büyüttüm nasıl olsa, artık yorgunluklar biter, ben rahat otururum torunlarımı severim, sen sorarsın “anne ilacını getireyim mi, bir şeye ihtiyacın var mı?” diye. arkama yastık koyarsın, kesemediğim tırnaklarımı sen kesersin sanıyordum. Şimdi çoğu kez tırnaklarımı keserken kanattıklarını bilmezsin tabi…
Gerçi benden daha beterleri de var burada. Emine Bacı vardı mesela. Köyden gelmişti. Bir ay kadar oldu öleli. Bir sene evvelde Alzheimer hastası olan kocası ölmüştü. Çok çekti zavallı. Üç oğlu varmış Emine Bacı’nın. Aslan gibiymiş hepsi. Ben görmedim, gelmezlerdi hiç. Üç adam bir anayı sığdıramamışlar evlerine. Bağ bahçe gezmeye alışmış kadın. Hiç oturup kalmamış yerinde. Burada nasıl zorlandı, neler çekti Allah biliyor. Her yaz köyüne gidecek diye umut ederdi. Haber göndermiş oğlu, “Annemin ancak ölüsü çıkar oradan” demiş. Köylülerden çıkarıp bakmak isteyenler olmuş, ona da izin vermemişler. Bir keresinde pencereden atlamaya kalktı da zor tuttu bakıcılar. En son oğlu bayramlık göndermişti, “zıkkım olsun ondan gelen” dedi, giymedi elbiseyi. Hiç oğlum, yavrum demedi. “Köyüm” dedi, “evim” dedi durdu gariban. Bir sabah yatağında ölü buldular. Ölümü bile yalnız oldu Emine Bacı’nın. Ooof off hangisini anlatsam, daha neler var neler…
Şu bakıcı kadını sevemedim bir türlü. Sanki özel olarak seçmişler. Bu kadar mı merhametsiz olur bir insan ? Hiç mi gülmez yüzü ya hu? Her gün odaya gelince burnunu tutuyor. Pis kokuyormuş. Pencereyi sonuna kadar açıyor. Mutlaka yarım saat açık tutuyor. Çok üşüyorum. Zaten parmaklarımda da can kalmamış sanki, kolay kolay ısınmıyor eskisi gibi…
Hatırlar mısın ilkokula gittiğin o yılları. Kışın kuzine sobayı yakardım. Sen gelmeden yemeği hazır eder, sobanın üzerine koyardım. Sen seviyorsun diye sobanın fırınında bir kaç tane küçük patatesi pişirirdim muhakkak. Okuldan gelir gelmez sobanın yanına koşardın. İlk işin tencereye bakmak olurdu. Genelde sevdiğin yemekleri yapardım. Ellerin üşümüş diye avuçlarımın içine ellerini alır ısıtırdım, öperdim öperdim…
Sık sık uğrarım demiştin. Tam 8 ay olmuş uğramayalı. İşlerin yoğunmuş, zamanın yokmuş. Torunlarım da sormuyorlar demek. Yeni eve taşınmışsın aldım haberini. Arkadaşın Zehra söyledi. Vefalı kızdır, arada geliyor sağolsun. Annesi de babası da yanında vefat etmiş. Hiç bırakmamış bir yere, yanından ayırmamış. İmrenmedim desem yalan söylerim… “Evi çok büyük” dedi. Kocaman odaları, geniş bir balkonu varmış evinin. Yeni mobilyalar almışsın, eskileri elden çıkarmışsın.Tıpkı beni çıkardığın gibi… Herşeyi sığdırdın da evine, bir beni sığdıramadın a kuzum. Hadi onu da geçtim. Bir kere “Anne gel evimi gör, bir kaç gün kal” bile demedin… Zehra’ya “Anneler gününde görmeye gideceğim” demişsin… Ben anneler gününü hiç beklemiyorum biliyor musun? Anne olmak acı verir mi insana? O gün bana acı veriyor yavrum. Artık kendimi bir anne gibi hissedemediğim için belkide… Bir evlat bir torun sevemezsen, çevrende anne diyen olmazsa sana, ne anlamı var anne olmanın?
Ölene imrenilir mi hiç? İmreniyorum işte. Kimin öldüğünü duysam “darısı başıma” diyorum. Hayaller umutlar, mutlu zamanlarmış insanı ayakta tutan. Onlar yoksa yaşamak zulüm olurmuş meğer…
Kim icat etmiş bu huzursuz evleri? Rahat yüzü görmesin deyip her gün beddua ediyorum. Huzur eviymiş. Hergün ölüp ölüp diriliyorum bu huzursuz odada. Hiç tanımadığım, mizacımın uymadığı insanlarla yatıp kalkıyorum. Hiç bir şey bana ait değil. Söz hakkım yok, elbiselerim bile benim değil sanki. “Allahım al emanetini ne olur, bu yükü taşıyamıyorum…”
Bu huzursuz evleri icat edenler mi çıkarmış anneler günü denen yalancı günü? İnsanlar yaşlı annelerini bu evlere kapatsın da sonra anneler günü olunca ziyaret etsinler diye öyle mi?
Bak yine geldi o uğursuz gün. Zehra geleceğini söylemişti. Gelsen de bir, gelmesen de artık. Ben anneler gününü hiç sevemedim biliyor musun? Dünyalara sığmayan anne yüreğim huzursuz bir odaya hapsedildi. Ne sevmenin, ne anneliğimin bir anlamı yok artık… Çok üşüyorum. Hem parmaklarımda da can kalmamış sanki, kolay kolay ısınmıyor eskisi gibi…”



9 Yorumlar

  1. Çok etkileyici bir yazı.
    Teşekkürler.

    YanıtlaSil
  2. Annelerimiz babalarımız bizlerin her zaman baştacı olmalı. Huzurevi ismini duyunca bile gerçekten içim ürperir benim. Bizlere sabırla kol kanat geren sevgiyle büyüten kendi gözünden esirgeyen insanların ne olursa olsun böyle bırakılmasına gönlüm elvermiyor benim. Yazının tamamını okuyamadım özür diliyorum. Benim fikirlerim bu şekilde

    YanıtlaSil
  3. Ne kadar acı bir durum. Onca yıl evlatlarını büyüten anneler, babalar yaşlılığında böyle bir köşeye itiliyor. Evet çok doğru söylemişsiniz huzur evlerini yapanlar anneler, babalar, sevgililer, kadınlar vs günlerini yaratanlar aynı zamanda. Çünkü onlar için önemli olan tek bir şey var. İnsanları sömürmek. Bunu da bu türlü günler başlığı altında tüketim çılgınlığını körükleyerek gayet iyi başarıyorlar. Ama gerçekte annelik, babalık vs kavramlarının hiçbir değeri yok. Çok güzel kaleme almışsınız konuyu. Teşekkürler...

    YanıtlaSil
  4. heeey "bahar havası" adlı kurgu öyküme yorum yazdınız yaa, teşekkür ederim yorum için, bir çırpıda yazmışsınız demişsiniz, ne güzeeel, demek ki öyle izlenim vermiş, o öyküyü dört beş günde yazabildim gadasını aldığım :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. bir çırpıda veya beş günde bilemedi ama, güzel bir öykü olduğunu söyleyebilirim. Harikaydı sevgili Deep...

      Sil
  5. Zaten yazdıklarınızdan da anlaşılıyor hayırsız bir evlat olduğunuz,kuruma bahane buluyorsunuz.Anneniz sizi suçlamak yerine başkalarını suçlamak istemiş,bu durum işınize gelmiş,birebir görmeden ,yaşamadan başkalarını suçlamak bu kadar kolay olamaz.Yazı yazarken düşünerek yazmanızı tavsiye ederim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Siz yanlış anladınız. Bu tamamen kurgu bir hikayedir. Benim annem 63 yaşında baba evinde geçirdiği kalp krizi sonucu erken bir yaşta vefat etmiştir. Yazdıklarım tamamen kurgudur. Selamlar saygılar

      Sil
  6. Peki o zaman neden huzurevi ismi veriyorsunuz ve huzurevi sakinlerini ve onların yakınlarını, çalışanlarını ve kurum sahiplerini zan altında bırakıyorsunuz? Kurgu bir hikayede bir kurumun ismini vermek doğru bir yaklaşım mı? Blogger olarak sizi takip edenleri ya da etmeyenleri neden yanlış yönlendirip insanların kafalarında soru işareti oluşmasına sebep oluyorsunuz ? Burası bir tatil köyü ya da herhangi bir seyahat noktası ya da bir sanat galerisi değil ki, bu tip gerçek olmayan hikayeler üretilebilsin. Bütün bunların yanında ismi geçen kurumun da Türkiye’nin en iyi huzurevlerinden biri olduğunu, oranın hali hazırda Psikoloğu ve geçmişte de yaşlı yakını olduğumu belirtmek isterim. Ama asıl önemli olan kurum ismi vermekten ziyade insanları yanlış yönlendirmiş olmanız. Size gerçek dünyadaki huzurevini tanıtmak ve oradaki yaşantıyı göstermek için kurumuma davet etmek isterim ki bu yanlış algılarınız değişsin. Değişsin de insanları hayal hikayelerle gerçek dışı şeylere adapte etmeyiniz. Yazdığınız blog eminim ben dahil çoğu kişinin canını yakmıştır. Saygılar.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok üzgünüm. Suadiye isminde bir huzurevi olduğunu şimdi öğreniyorum. Sadece aklıma geldi ve bu ismi kullandım. Kimseyi incitmek istemedim . Varlığından dahi bihaber olduğum güzide kurumunuza eleştirmek niyetim asla olmadı. Annemin ölümünü kabullenemeyen babacım hayata küstü. Onu bir bakımevine yatırdık. Hayatının son dört yılını burada geçirdi. Mutlu da oldu. Sevdiği dostları oldu. Demem o ki huzur evlerinin önemini iyi bilirim. Sizleri kırdıysam çok özür dilerim. Şimdi gerekli düzeltmeyi yapıp ismi değiştireceğim.

      Sil