Masumiyetin Karanlığı
Masumiyetin Karanlığı
Bilhassa
kendisinin yaptığı kanatlarla uçma hayalini gerçekleştirmek için Galata
Kulesine tırmanan Hezarfen Ahmet Çelebi, kuleden Perşembe Pazarı taraflarına
şöyle seslenir: “İnsanın kanatları bilim olursa yapamayacağı bir şey yoktur”
!!! Kurşunlu Han esnaflarından hırdavatçı Sadi şöyle cevap verir. “Sen şimdi
melek oldun Ahmet. Kanatların da var. Uç Ahmet uç. Öteki tarafa uç. Zira
padişah seni affetmez”
Karaköy’ün sabah
rüzgârı, Galata’nın taşlarına kazınmış asırlık sırları fısıldarken, Hezarfen
Ahmet Çelebi’nin hayali hâlâ gökyüzünde yankılanıyordu. Galata Kulesi’nin
eteklerinden kanatlanıp uçtuğu o gün, bilim ve cesaretin İstanbul’un taş
binalarına sinmiş kokusunu duyumsatır gibiydi. Fakat, o vakitler Perşembe
Pazarı’nın ahalisinin gözleri yalnız altının parıltısına, ticaretin kurnaz
terazilerine dalmıştı. Ah, Karaköy! O gün ne bilimin kanatlarını tanıdı ne de
sanatın ruhunu. Fakat bugün? Bugün her köşesi tarih, her sokağı sanat ve
bilimin beşiği olan bir mabettir.
Beyoğlu’ndan Karaköy İskelesi’ne uzanan taş yollar, ayaklar altındaki birer tuval gibidir. Her adımda, şehrin asırlık hikâyesi katman katman açılır. Bir yanda tarihi hanların arasında yankılanan eski ustaların çekiç sesleri, diğer yanda modern galerilerden yükselen sanatın ince fısıltısı... Karaköy’ün taş duvarlarında, bilimin cevheri ve sanatın zarafeti yan yana akar. Burada, heybelerine geçmişin dehasını ve geleceğin vizyonunu doldurmuş ressamlar, düşünürler ve ustalar, yüzyıllardır bu şehri bir zanaatkârın elleriyle yeniden inşa eder gibi çalışır.
Selim, iskelenin köşesinde durmuş, elindeki kırmızı güllerle bekliyordu. Anadolu’dan, Elazığ’dan kalkıp İstanbul’a okumaya gelmiş, bu şehrin karmaşasına ve güzelliğine her zaman hayran kalmıştı. Ama onun içinde, bu şehirle uyumsuz bir karanlık barınmaktaydı. Çoklu kişilik bozukluğu ile yıllardır mücadele ediyordu. Naif ve dürüst Anadolu genci Selim, onun dünyaya sunduğu yüzdü. Fakat gölgelerde bekleyen ikinci bir Selim vardı; acımasız, manipülatif ve tehlikeli.
Deniz, Selim’i birkaç hafta önce metroda tanımıştı. İlk karşılaşmalarındaki masumiyeti, gözlerindeki samimiyetle Deniz’in kalbine dokunmuştu. Deniz, Marmara Üniversitesi’nde mühendislik okuyan, hayalleri olan zeki bir genç kızdı. Selim’in sıcaklığı, onun üzerinde güven verici bir etki yaratmıştı. Ama Deniz’in fark edemediği şey, Selim’in kendisine yönelik planlarının çok daha karanlık olduğu gerçeğiydi.
Selim’in planı, detaylı bir satranç oyunu gibiydi. Önce Deniz’in güvenini kazandı. Onu Karaköy’ün eşsiz sokaklarında yürüyüşlere çıkardı, sokak sanatçılarının müziklerine birlikte kulak verdiler, Galata’nın gölgesinde şehri izlediler. Deniz, Selim’in naif kimliğine bağlanırken, Selim’in karanlık kişiliği başka planlar yapıyordu. Onu izole etmeli, zayıflatmalı ve nihayetinde tamamen kontrol altına almalıydı.
Deniz’in yakın arkadaşı Ayhan, Selim’den başından beri şüpheleniyordu. "Deniz, bu çocukta bir gariplik var. Ona güvenme," diyordu. Ayhan, Deniz’e aşık, hırslı ama bir o kadar da kıskanç bir gençti. Ancak Deniz, Ayhan’ın bu uyarılarına kulak asmıyor, Selim’in naifliğine inanıyordu.
Selim, Deniz’i Karaköy’ün eski bir hanında buluşmaya davet etti. "Sana unutamayacağın bir sürprizim var," demişti. Oysa o han, sadece bir buluşma değil, Selim’in karanlık planlarının merkeziydi. Deniz, o sabah hanın loş koridorlarında yürürken ürperdi. Selim’i bulamayınca seslendi ama cevap alamadı. Bir an için geri dönmeyi düşündü, fakat Selim’in sesini duydu: "Buradayım, Deniz. İçeri gel."
Loş bir
odada Selim onu bekliyordu, ancak yüzünde tanıdık bir ifade yoktu. Bu, Deniz’in
tanıdığı Selim değildi. Gözlerinde soğuk bir karanlık vardı. "Deniz,"
dedi Selim, "Bugün seninle bir sırrı paylaşacağım. Ama önce... bana
güvenmelisin." Deniz, ne olduğunu anlayamadan kapı arkasından kilitlendi.
Selim, onu daha derinlere çekiyordu.
Ayhan, Deniz’i Selim’in elinden kurtarırken Selim bir anlığına donup kaldı. Sanki içinde bir çatışma vardı. "Deniz, gitme," diye mırıldandı. Ama artık çok geçti. Ayhan, Deniz’i dışarı çıkardı ve Selim yalnız kaldı.
Deniz, Ayhan’ın elini sıkıca tutmuş, yaşadığı şokun etkisiyle titriyordu. "Selim... o... başka biriydi," dedi sonunda. Ayhan ona güvenli bir yerde dinlenmesini söyledi. Selim’in karanlık planı, Ayhan’ın ani müdahalesiyle bozulmuştu. Ancak Selim’in içinde patlayan çatışma, onu çok daha tehlikeli bir hale getirmişti.
Birkaç gün sonra, Deniz ve Ayhan, Karaköy’de bir kafede oturmuş olanları konuşuyorlardı. Deniz, Selim’in bir daha karşılarına çıkmayacağını umuyordu. Ama tam o anda, masalarına bir garson yaklaştı ve önlerine bir zarf bıraktı. Deniz zarfı açtığında bir fotoğraf buldu: Karaköy İskelesi’nin arkasında, Selim onları izliyordu. Fotoğrafın arkasında tek bir not vardı:
"Beni asla tanıyamayacaksınız."
Deniz, elindeki zarfı düşürürken kanı donmuştu. Selim, her zamanki masum yüzüyle fotoğraftan onlara bakıyordu. Ayhan zarfı aldı ve sessizce Deniz’e baktı. Selim’in kaybolduğu düşünülüyordu ama şimdi her şey daha ürkütücü bir hal almıştı. Çünkü Selim sadece onları değil, yeni bir oyunu çoktan başlatmıştı.
İstanbul’un hikâyelerle dolu sokakları, bu defa karanlık bir sırrı saklıyordu. Ve martılar, artık daha sessiz çığlık atıyordu. Çünkü Karaköy’de anlatılmayı bekleyen bir hikâye, daha yeni başlıyordu.
Karaköy yalnızca bir semt değildir; bir esin kaynağı, bir dönüşüm sahnesidir. Galata’nın gölgesinde bulutlara uzanan bir bilim düşü, Haliç’in kıyısında notalara dönüşen bir sanat fısıltısıdır. Bu şehir, sanatla yoğrulmuş bilimi ve bilimle aydınlanmış sanatı bağrında taşır. Bir yanda çağdaş galerilerin göz alıcı vitrinleri, diğer yanda köhne bir hırdavatçı dükkânının ardında geçmişin hikâyelerini taşıyan paslı bir çekicin gölgesi…
Ve işte bu yüzden, Karaköy ve Beyoğlu, yalnızca bir zaman ve mekân kesişimi değil; tarihle geleceğin, sanatla bilimin, hayalle gerçekliğin harmanlandığı ebedi bir sahnedir. Burada rüzgâr, eski taş binaların arasında dolanırken, her sabah yeni bir hikâyeyi fısıldar. İstanbul’un ruhu, Karaköy’ün taşlarına işlenmiştir. Kim bilir, belki bir gün Hezarfen’in uçtuğu o hayali, bir ressamın fırçasında, bir bilim insanının hayalinde ya da bir şairin mısrasında yeniden buluruz. Çünkü Karaköy, asla tamamlanmayan bir şaheserdir.
1 Yorumlar
İstanbul'un güzelliği ile huzur bulan cümlelerden sonra gerim gerim gerilim.. güzel harmanlanmış. Elinize sağlık. Beğendim.
YanıtlaSil